“Varsınlar öylesi insanlar ölsünler,”
“ölsünler”
“Bırakırım onu burada, gitmem o, Şehre.”
“Bırakmazsın,”
“Bırakırım.”
“Bırakamazsın.”
“Kim demiş bırakamam diye?”
“Bırakamazsın.”
“Bırakırım, bulunmayan kuğu mu?”
“Bırakamazsın.”
“Zırt, bırakamazsın, zırt…”
“Korkuyorsun da ondan…”
“Niye korkacakmışım?”
“Seni boğacak.”
“Belki de,”
“İşte sen bu yüzden bırakacaksın. Korkundan.”
“Bırakmayacağım.”
“Yapamazsın.”
“Nah da yapamazmışım!”
“Şehir, o şehir de bir gün kalamazsın.”
“Sus, yeter,”
“Sen sus, korkak korkak korkak korka kork kor ko k.”
Tencere kelime kaynıyor, açlık azdıran! Kalbim? Sıçrıyor içim olan gözüme: hangisi kızgın aklım? Zihnim Kalbim. Burada her Şehir yalnızlığa açılan sokak. Kaç kez gittim başka başka Şehir Sokak son olmadı. Gidiyorum Şehir sokaktan. Ne köstebek gibi topraktan tünele saklanan, ne de kafasını kuma sokan Tavus kuşu.
Ne! Yani bu gece Güneş Dünya ve yarım Ay geometrik üçgen açısıyla mı? Konuşuyor iç sesim…