Ne var ki beni anlamak istemiyorsun! Sağlığın yerinde değilse, öğüdümü dinle (en iyisini senin için ayırdım), ve deniz kenarında bir gezinti yap. Can sıkıcı bir takasa ne dersin? Dinlenmiş kafayla yanıma gel, yüzün kıyıya bakacak ve ağlayacaksın deniz havası aldıktan sonra. Ağlama artık; üzmek istemiyorum seni. Sevginin belli bir noktaya kadar sensizlikten yana olduğu doğru, değil mi? Öyleyse, öteki basamakları aşmana kim engel oluyor? Senin beğeninle benimkisi arasında sınırın ayırtına varmak olanaksız, hiçbir zaman algılayamayacaksın onu: Böyle bir sınır da yok zaten. Öyleyse, inatla bu, yobazlık kaynağı katırın güzel kızıyla bir bağdaşlık antlaşmayı imzalamanın olanaksız olmadığını düşün (soruna söyle bir dokunuyorum yalnızca). Bir cümle âleme karşı duymak içindir
Sevdiği İnsana göstermek için öbürü!
Bir insanın, aşka niçin değer verdiğini açıklayabilmek güçtür; ama ben, ne olursa olsun, bir deneyeceğim. Aşk, en başta, kendiliğinden bir haz kaynağı olmasıyla değerlidir. (Bu aşkın en büyük değeri değildir, ama geri kalan değerleri için çok gereklidir.)
Burada Dante’e kulak verelim:
“Ey aşk! Sana çok haksızlık ediyorlar,
Tadı acıdır diyenler.
Oysa bereketli meyva öyle ki
Hiçbir şey ondan tatlı olamaz”
Ruhumun iki yüzü onun oluşuyla övünür… Bir budala olmadığını bilmeseydim, böyle bir sitemde bulunmazdım sana. Sarsılmaz sandığın bir belitin kıkırdaksı bağası içinde pinekleyerek çürüyüp gitmek yararlı değil senin için. Seninkine koşut olan başka sarsılmaz belirtilerde var. Gök kubbenin altında, içselliğin bu güzelim sızısına karşı belli bir düşkülüğüm varsa, kimse bir suç olarak düşünmeyecek bunu; ama daha güçlü ve daha büyük şeylere yetenekli zekâları biber ve arseniği yeğleyenlerin, bir soreks ya da bir küpün yüzeylerinin konuşkan açıklaması karşısında korkudan titreyenlere, kendi sevil egemenliklerini kabul ettirmeyi düşünmeksizin böyle davranmak için geçerli nedenleri vardır. Burada bir kışkırtıcı rolü oynamaksızın, deneyimimle konuşuyorum…